Bu efsanelerden dersler çıkarılarak günümüzdeki sorunlar çözülmeye çalışılır. Asırlar önce ataların yaptığı refleksle günümüzdeki sorunların çözümü için çıkış yolu aranır.Cengiz Aytmatov’un “Gün Olur Asra Bedel” kitabında anlattığı “Mankurt Efsanesi”ni sizlerle paylaşmak istiyorum. Bu efsanede yer alan Nayman Ana’nın acısı ve feryadı, ülkemizin son yüzyılda yaşadıklarının adeta bir özeti…Efsaneye gelecek olursak…Çok eski zamanlarda Orta Asya’nın bozkırlarında bir Moğol kabilesi yer almaktaymış. Moğollar çok acımasız bir kavimmiş ve ellerine geçen tutsaklara korkunç işkenceler yaparlarmış. Uyguladıkları en kötü işkence ise insanların hafızalarını yitirmelerine, delirmelerine yol açan “Mankurtlaşma” tekniğiymiş.
Önce esirin başını kazır, saçlarını kökünden tek tek çıkarırlarmış. Bu arada bir kasap da hemen orada bir deveyi keser derisini yüzermiş. Derinin en kalın kısmı ise boynuymuş; bu deriyi parçalara ayıran kasap, taze taze esirin kan içinde olan kazınmış başına sımsıkı sararlarmış. Böyle bir işkenceye maruz kalan tutsak ya acılar içinde kıvranarak ölür, ya da hafızasını tamamen yitiren, ölünceye kadar geçmişini hatırlamayan bir köle olurmuş.Bozkırın güneşine mankurt olmak için bırakılan tutsakların çoğu ölür, beş-on kişiden ancak bir veya ikisi sağ kalırmış. Onları öldüren açlık ya da susuzluk değil, başlarına geçirilen soğumamış deve derisinin güneşte kuruyup büzülmesi, başlarını mengene gibi sıkıp dayanılmaz acılar vermesiymiş.
Moğollar, bozkırın güneşine bıraktıkları esirleri kontrol etmeye beş gün sonra gelirlermiş. Bir tek kişi bile sağ kalmışsa amaçlarına ulaşmış sayarlarmış. Aklını ve hafızasını yitirmiş esiri alır, boynundaki kalıbı çıkarır, ona yiyecek- içecek verirlermiş. Köle zamanla kendine gelir, artık bir mankurt olurmuş.Mankurtlar, kim olduklarını, hangi kabileden geldiklerini, analarını, babalarını, çocukluklarını bilmezlermiş. Bilinçleri ve benlikleri olmadığı için sahiplerine büyük faydalar sağlarlarmış. Efendisine köpek gibi sadık, onun sözünden asla dışarı çıkmayan, başkalarını dinlemeyen, karnını doyurmaktan başka bir şey düşünmeyen bir varlık haline gelirlermiş.
Cengiz Aytmatov’un bu hikayesinde, Nayman Ananın biricik oğlu savaşta Moğollara esir düşüyor. Çeşitli işkencelerle mankurt haline getiriliyor. Ama Nayman Ana umudundan hiç vazgeçmiyor ve oğlunun izini arayıp duruyor. Ve birçok tehlikelere atılıp oğlunun izini buluyor. Hikaye uzun, oğluyla anası arasında geçen konuşmaları yazmayacağım. Ama anlayacağınız gibi oğlu anasını tanımıyor. Nayman Ana oğluna kendini hatırlaması için çırpınıp duruyor, geçmişinden hatıralarından bahsediyor ama nafile…
Nayman Ana yine de umudunu kaybetmiyor ve oğlunu orada bırakmamaya karar veriyor. Ama oğlu onu düşmanı olarak gördüğü için yayını geriyor, oku fırlatıyor ve ok gelip Nayman Ananın sol göğsüne saplanıyor. Nayman Ananın ağzından çıkan son sözleri gökyüzünde yankılanıyor: “Adını hatırla! Kim olduğunu hatırla!”
Bu hikayeyi neden mi anlattım?
Nayman Ananın başına gelenlerle ülkemizin başına gelenler aynı aslında. Ülkemizde darbelerle, işkencelerle, halkından uzak olarak geçmiş bir yarım asır var. Anadolu insanı da bir nevi mankurtlaştırılmaya çalışıldı. Geçmişinden uzaklaştırılmaya, hafızası silinmeye çalışıldı. Sağcı- solcu, Türk-Kürt, Alevi- Sünni demeden insanlar birbirine düşman edilmeye çalışıldı.
Milletin iradesiyle, temsil yetkisiyle seçtiği parlamento, 1960 yılından itibaren belli süre aralıklarla darbeler sayesinde feshedildi veya halkın iradesine uzun yıllar ambargo koyuldu. Halk, faşist ve militarist yapı yüzünden siyasallaşamadı. Ve maalesef günümüzde hala bunun etkilerini görmekteyiz.
Bu coğrafyada, uzun yıllar birlik ve beraberlik içinde yaşayan insanların arasına nifak tohumları ekilmeye çalışıldı. Ve hala bu durumdan nemalanan bazı çevrelerce bu plan uygulanmaya çalışılıyor.
Hoşgörünün anavatanı olan bu topraklar ve bu güzel ülke, askeri vesayetle nasıl oldu da kendi geçmişinden, kültüründen, örf adetlerinden, dininden uzak tutulmaya çalışıldı?
Bu mankurt işkencesi karşısında bize düşense, Nayman Ana’nın ölmeden önce son nefesinde söylediği gibi: “Adını hatırla! Kim olduğunu hatırla!” olmalı.
Sevgi ve saygılarımla…